Çalılıkları yararak arkandan geliyor. Silüetini tanıyorsun, ve o kocaman gırtlağından çıkardığı ürkütücü hırlamayı! Önünde bir uçurum! Budak salmış birkaç dal; aşağıda bir kaya çıkıntısı; çok geç. Canavar başını eğip o heybetli gövdesiyle üzerine hamle ediyor: Sıçrıyorsun! -
Çatırdayan dallara yapışan iki el; son gücünle kendini yukarıdaki otluğa doğru çekiyorsun - - aşağıda, tok bir çarpma sesiyle sonlanıyor peşinden atlayan hayvanın acı kükremesi…
Refleks! Güç ve hareketin kusursuz uyumunun meydana getirdiği bir mucize. Bizim beceremediğimizi beceriyor, halledemediğimizi hallediyor; mantığımızın bizi terk ettiği ve bilincimizin karardığı noktada hayatımızı kurtarıyor. Binlerce yıl önce en büyük hedef buydu!
Bugünse kulaklığın yumuşacık süngerinden geçen tatlı müzik kulağımızdan içeri süzülürken ve sütlü kahvemizin aroması burnumuzu mest ederken yarınki sınav duruyor önümüzde bir uçurum misali: Biliyorum ki her şey buna bağlı; bu son şansım… Küçüldükçe küçülüyorum, artık kafamı toparlayamıyorum; yanak kasları kıpırdıyor; eller sandalyenin dirsekliğine kenetleniyor, ayak parmaklarım kasılıyor ve kafamın içinde karanlık basıyor. Binlerce yıl önce bütün bunlar iyi bir şeydi! Çünkü ancak o zaman refleksler mükemmel bir biçimde, rahatsız edilmeden çalışabiliyordu. Fakat ne kasılan ayak parmaklarımın ne de sıkılı yumruklarımın bana yarınki sınavda bir faydası dokunmayacak… Nerde bu kahrolası ışık düğmesi? Kim söndürdü kafamın içinde ışıkları?
Bir zamanlar atalarımızın hayatta kalmasını sağlayan bu mekanizma şimdi bizim yıkımımıza neden oluyor! Stres bütün beyin zarının fişini çekiyor ve hatta uzun sürdüğü takdirde hücreler dahi ölüyor!
O halde:
1. Adım: Beyindeki ışık düğmesinin açık durmasının ve bizim aniden karanlıkta kalmamamızın yolu, özgüveni ve kendi yeteneklerine duyulan inancı beslemekten geçer.
2. Adım: Öğrenmek.
İnsanın öğrenmek için evvela ciddi baskı altına alınması gerektiğine ve özgüvenin ancak bunun bir sonucu olarak ortaya çıkacağına inanan, Taş Devri’nde belki haklıydı…
Çatırdayan dallara yapışan iki el; son gücünle kendini yukarıdaki otluğa doğru çekiyorsun - - aşağıda, tok bir çarpma sesiyle sonlanıyor peşinden atlayan hayvanın acı kükremesi…
Refleks! Güç ve hareketin kusursuz uyumunun meydana getirdiği bir mucize. Bizim beceremediğimizi beceriyor, halledemediğimizi hallediyor; mantığımızın bizi terk ettiği ve bilincimizin karardığı noktada hayatımızı kurtarıyor. Binlerce yıl önce en büyük hedef buydu!
Bugünse kulaklığın yumuşacık süngerinden geçen tatlı müzik kulağımızdan içeri süzülürken ve sütlü kahvemizin aroması burnumuzu mest ederken yarınki sınav duruyor önümüzde bir uçurum misali: Biliyorum ki her şey buna bağlı; bu son şansım… Küçüldükçe küçülüyorum, artık kafamı toparlayamıyorum; yanak kasları kıpırdıyor; eller sandalyenin dirsekliğine kenetleniyor, ayak parmaklarım kasılıyor ve kafamın içinde karanlık basıyor. Binlerce yıl önce bütün bunlar iyi bir şeydi! Çünkü ancak o zaman refleksler mükemmel bir biçimde, rahatsız edilmeden çalışabiliyordu. Fakat ne kasılan ayak parmaklarımın ne de sıkılı yumruklarımın bana yarınki sınavda bir faydası dokunmayacak… Nerde bu kahrolası ışık düğmesi? Kim söndürdü kafamın içinde ışıkları?
Bir zamanlar atalarımızın hayatta kalmasını sağlayan bu mekanizma şimdi bizim yıkımımıza neden oluyor! Stres bütün beyin zarının fişini çekiyor ve hatta uzun sürdüğü takdirde hücreler dahi ölüyor!
O halde:
1. Adım: Beyindeki ışık düğmesinin açık durmasının ve bizim aniden karanlıkta kalmamamızın yolu, özgüveni ve kendi yeteneklerine duyulan inancı beslemekten geçer.
2. Adım: Öğrenmek.
İnsanın öğrenmek için evvela ciddi baskı altına alınması gerektiğine ve özgüvenin ancak bunun bir sonucu olarak ortaya çıkacağına inanan, Taş Devri’nde belki haklıydı…